Yabancı"sız yarım asır: Albert Camus

Cezayir'de doğup büyüyen, Fransız düşünür ve yazar Albert Camus yarım asır önce hayata veda etti. Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Camus, öldüğünde 46 yaşındaydı
Fransızların en büyük yazarlarından Albert Camus tam yarım yüzyıl önce, 4 Ocak 1960'da, "ölmenin en absürt şekli" dediği bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Üstelik, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden ve en güçlü kalemlerinden olan Camus'nün ölümünden sonra cebinden çıkan tren bileti, hayatına mal olan bu otomobil yolcuğulunun aslında planda olmadığını gösteriyordu. Ama Camus'nün hayatı zaten baştan sona ilginçliklerle doluydu...

Albert Camus, 1913 yılında Cezayir'in Mondovi kasabasında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının 1. Dünya Savaşı'nda cephede ölmesiyle, annesi ve ağabeyiyle, başkent Cezayir'in yoksul bir mahallesinde yaşayan büyükannesinin yanına taşındı. Parlak bir öğrenci olduğundan, öğretmeni Louis Germain'in de teşvikiyle liseye devam etti. Lisede kendisi gibi yoksullar yoktu; o da temizlikçilik ve hizmetçilik yapan, üstelik konuşma ve duyma bozukluğu olan, okuma yazma bilmeyen annesinden utanır oldu.

1930'da vereme yakamanmasıyla eğitimine (ve büyük tutkusu futbola) ara vermek zorunda kaldı ve uzun süre Fransa'da tedavi gördü. Tekrar Cezayir'e döndüğünde teyzesi ve varlıklı, edebiyata meraklı eniştesinin yanına yerleşip annesiyle ilişkisini tümüyle kesti.

Liseden sonra, Cezayir Üniversitesi'nde (ancak 1936'da tamamlayabileceği) felsefe eğitimi görmeye başladı. Burada sol çevrelerle tanıştı. Aynı yıllarda Komünist Parti'ye üye oldu. 2. Dünya Savaşı'ndan önce Alger Republicain gazetesinde çalıştı. Özellikle Cezayir'deki Arapların sorunları üzerine yazılar kaleme aldı.

2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı Fransız direnişine katılarak, bir yeraltı yayını olan Combat gazetesinde çalıştı. (1947'de, yayın yönetmeni koltuğuna oturduğu Combat'ın ticarileştiğini öne sürerek gazeteden ayrıldı.)

Öyküler, tiyatro oyunları ve denemeler de yazan Camus'nün Yabancı romanı 1941/42'de, ikinci romanı Veba 1947'de, Düşüş ise 1956'da basıldı. Varlığın anlamını, yaşamı ve yaşamayı sorgulayan, başkaldırı ve absürdizm üzerine düşünen Camus'nün kitaplarının kulisi çoğunlukla çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Cezayir'dir. Fakat Camus, hiçbir eserinin otobiyografik olmadığını söylemiştir. Yazar, 1957'de, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. Camus'nün Nobel Ödülü'nü sadece maddi nedenlerle kabul ettiğini iddia eden kızı Catherine, aralık ayında Solitaire et Solidaire başlıklı, babasını anlattığı bir kitap yayımladı.

Ve Nobel'i almasından sadece üç yıl sonra, yayıncısı Michel Gallimard ile birlikte Paris yolundayken geçirdiği trafik kazasında, -hiç tanımadığı babası üzerine İlk Adam romanını yazarkenhayata veda etti. Albert Camus yaşamını kaybettiğinde henüz 46 yaşında, en verimli çağındaydı.

Hayatı ve Eserleri

(7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960), Fransız bir yazar ve filozoftur.

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz.[kaynak belirtilmeli] 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.[kaynak belirtilmeli] Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve de Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950ler'de kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

Albert Camus, mezartaşıCamus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar