AŞKIN METAFİZİĞİ

AŞKIN METAFİZİĞİ
19 Mayıs 2008, 16:28
Siz bilgeler, yüksek ve derin bilgili
Sizler ki derin düşünür ve bilir misiniz
Nasıl, nerede ve ne zaman, çiftleştiğini her şeyin
Niçin sevişildiğini, öpüşüldüğünü?
Siz ulu bilgeler, yüzüme söyleyin!
Kafa patlatın bakalım, bana ne olduğuna
Nerede, nasıl ve ne zaman,
Niçin başıma geldiğine bunların, hadi kafa patlatın!

ARTHUR SCHOPENHAUER
Yüzyıllardır hayatı anlamlandırmak için kendilerini düşünmeye adamış filozoflar neden aşkın üzerinde durmamışlardır? Yoksa bizi hiç beklemediğimiz bir anda vuran, düşünme yetimizi bile kaybettiren, baştan aşağı değiştirebilen o ‘aşk’ sözcüğünün şifresini çözememişler midir? Evet! 19. yüzyıl felsefesinin çehresini değiştirmiş Arthur Schopenhauer’ a kadar aşkı anlamlandırmaya yönelik kayda değer hiçbir sav yoktur. Yalnızca Platon’ un, Sokrates’ in de diyaloglarının yer aldığı Şölen’inde yüzeysel olarak ele alınmıştır.
Ancak kitabı okumamış ve başlama düşüncesi olanları uyarmakta fayda var, Schopenhauer’ un düşünceleri sizi şaşırtabilir, gerçeklerle yüzleşmeniz düşündüğünüz kadar kolay olmayabilir. Kendisinden hemen sonra yaşayacak olan Freud’ ü etkilemiş olan bir düşünürün aşk konusunda neler yazmış olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
Aşk ve Gerçekler:
Schopenhauer için beden, iradenin yuvasıdır. Bu iradenin biricik özelliği istemektir ve istediği de yalnızca kendisidir. Freud’ ün kırk elli yıl sonra ‘bilinçdışı’ diye anlamlandırdığı şey Schopenhauer’ un iradesidir. Bilinçdışı dürtü, organik-biyolojik bir uyarımdır, hedefi tatmin olmak, doyuma varmaktır. Dürtünün nesnesi de dürtüyü doyuma ulaştıracak, yatıştıracak nesnedir. En belirleyici dürtü olan cinsel dürtünün cinsel nesne ile tatmini gerçekleşmez ise, bunun patojen sonuçları olacaktır. Zaten dürtüler arasında bastırmaya en çok hedef olanlar cinsel kökenli dürtülerdir.
Schopenhauer’ a göre iradenin kaygısı canlı türlerinin kusursuz, ideal tipini meydana getirmek, koruyup hayatta tutmaktır. İrade, türü koruyabilmek ve bunu ideal tip modeli üzerinden gerçekleştirebilmek için cinsel dürtüyü kullanır. Cinsel dürtü, içgüdü üzerinden bireyi, türün tipini koruyacak seçimler yapmaya, karşı cinsi - (farkında olmadan, içgüdüsel yönelimlerle) iradenin amaç ve hedefleri doğrultusunda onda önceden tespit etmiş olduğu özellikleri arayarak (büyük göz, uzun bacak, küçük burun gibi) – cinsel tatmin nesnesine dönüştürmeye yönlendirir.
Bu anlayış çerçevesinde cinsel sevgi, aslında koşulları dışımızda daha sonra da içgüdüyle belirlenmiş bir yönelimden başka bir şey değildir; duruma göre, yoğunlaşmış duygulardan, tutkulardan, kara sevdalardan ve intiharlara sürükleyen aşamalardan geçebilir.
Erkeğin kendisine uygun güzellikteki bir kadına baktığında onu kıskıvrak yakalayan o kadınla birleşmeyi en yüce iyiymiş gibi gösteren o baş döndürücü çekicilik, o teşhir, işte türün belirgin bir biçimde vurulmuş damgasını fark edip, bunu o kadınla devam ettirmek isteyen duyusudur: Güzelliğe olan bu ısrarlı eğilim, türün tipinin korunup sürdürülmesi isteğine dayanır.
Yazar karşı cinsi seçerken dikkate aldığımız özellikleri şöyle sıralıyor:
Karşı cinsin yaşı… Erkeklerin seçtiği kadının genel olarak yaşı, adet görmenin başlamasıyla bitmesi arasındaki döneme yayılır; ancak asıl tercih, on sekiz ile yirmi sekiz yaş arasındaki döneme yönelir. Erkek; yaşlı, yani adetten kesilmiş bir kadına soğukluk duyar. Güzellikten yoksun gençlik yine de çekicidir; gençlikten yoksun güzellik hiç çekici değildir. Burada erkeği bilinçdışı yönlendiren maksadın, sadece üreme imkanıyla ilintili olduğu apaçıktır.
Sağlık… Sağlıklı olmayan karşı cins her zaman bizi ürkütür. Çünkü bunlar çocuğa da geçerler.
İskelet ve kemik yapısı… Karşı cinsin iskelet ve kemik yapısını önemseriz, çünkü bu türün tipinin temelidir. Ayrıca dişler de beslenme bakımından ve özellikle de kalıtımla geçtiklerinden bizim için çok önemlidir.
Etin belli bir dolgunlukta olması… Cenine bol bol besin sunulacağına işaret ettiği için, vejitatif yapının hakim durumda olması isteğidir. Dolgun bir kadın göğsü erkek cinsi üzerinde müthiş çekici bir etki yapar; çünkü kadının çocuk doğurma işleviyle doğrudan bağlantılı olarak, yeni doğacak olana bol bol besin verebilecek olduğunun belirtisidir bu. Aşırı şişman kadınlar da erkeklerde tiksinti uyandırırlar. Bunun nedeni, bu yapısal özelliğin rahmin beslenme yetersizliğine, yani kısırlığa işaret etmesidir; bunu kafamız değil içgüdümüz sezer.
Yüz güzelliği… Sayısız kızın hayat mutluluğunda, burnun alt ya da üst tarafının küçük bir eğikliği, tayin edici olmuştur. Burada türün tipi söz konusudur. Üst çene küçüklüğüne bağlı küçük bir ağız, hayvandan farklı olarak, insan yüzünün kendine özgü karakteri bakımından çok önemlidir.
Gözler ve alın… Bunlar, fiziksel özelliklerle, ama asıl anneden kalıtım yoluyla edinilen entelektüel niteliklerle ilintilidirler. Ancak kadınlar erkek güzelliğine çok az önem verirler; hele de yüz güzelliğine: Bunu, çocuğa verme sorumluluğunu sanki sadece kendileri yükleniyormuş gibi bir durum söz konusudur.
Schopenhauer’ a göre kadını esasen erkeğin kuvveti ve buna bağlı cesareti elde eder; çünkü bu özellikler, sağlam çocukların ve aynı zamanda da onların cesur bir koruyucusunun var olacağının belirtisidirler. Kadının aşamayacağı istisnai özellikler, erkeğin cinsine özgü olanı, dolayısıyla da annenin çocuğa veremeyeceği özelliklerdir: bu özelliklerin arasında iskeletin erkeksi yapısı, geniş omuzlar, dar kalçalar, düz bacaklar, kas gücü, cesaret, sakal, vb. yer alır. Bu nedenle kadınlar, çoğunlukla çirkin erkekleri sevmekle birlikte bu erkeksi özellikleri taşımayan bir erkeğe hiç aşık olmazlar; çünkü kadınlar böyle bir erkeğin kusurlarını karşılayıp etkisizleştiremezler. Kadının kazanılmasında etkili olan başlıca özellikler, iradenin sağlamlığı, kararlılık ve cesaret, belki de ayrıca iyi yüreklilik ve dürüstlüktür.
Schopenhauer’ a Göre Aldatmanın Nedenleri:
Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır: Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu; sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler: Erkek değişiklik özler. Kadının aşkı ise, özellikle o andan itibaren artmaya başlar. Bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur: bildiğimiz gibi erkek; kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde; kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise; istediği kadar çok erkeğe sahip olsun; ikiz ihtimalini hesaba katmazsak; yılda sadece bir çocuk meydana getirebilir: Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden; gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler: Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır kadınınki doğaldır; dolayısıyla da kadının ihaneti nesnel olarak sonuçları bakımından olduğu kadar öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir!

Ayrıca yazar kendimizdeki eksiklikleri karşı cinste bulmamızın, ona bağlanmamızda büyük rol oynadığını iddia ediyor. Schopenhauer‘a göre kendini aşırı erkeksi hisseden erkekler daha çok kadınsı yönleri ağır basan kadınları tercih eder; şekilsiz bir buruna sahip olan kişi güzel burunlu birine aşık olur; kısa boylu kişiye uzun boylu insanlar çekici gelir.
(Yazıda geçen cümlelerin bir kısmı Arthur Schopenhauer‘ un kendi cümleleridir, Aşkın Metafiziği‘ nden alınmıştır.)






Aşkın Metafiziği Üzerine

…Öyleyse o genellikle kötü bir cin rolü oynar, her şeyi yolundan saptırmaya, bulandırmaya, devindirmeye, çalışan bir cindir bu. Elimizde olmadan bunca gürültü neden? Bu itiş kakış, bu üzüntü, bu öfke, kaygı, sıkıntı niye?( Schopenhauer; İsteme Ve Tasarım Olarak Dünya, Dördüncü Kitaba Ek, Eşeysel Sevinin Metafiziği üzerine)

…Her gün en kötü, en inatçı, kavgaları düzenler, en değerli ilişkileri yıkar, en kalıcı bağları bozar. Ara ara yaşamın ya da sağlığın kurban edilmesini, ara ara da gönencin, rütbenin, mutluluğun feda edilmesini gerektirir. Bir zamanların er onurlu kişilerini en vicdansız insanlar kılar, şimdiye dek sadık olanları hain yapar. ( Schopenhauer; İsteme Ve Tasarım Olarak Dünya, Dördüncü Kitaba Ek, Eşeysel Sevinin Metafiziği üzerine)


Aşk bir belirsizlik halidir ve bu belirsizlik çoğu kez acıya çıkan bir yoldur. İnsanı boğar ve sonra canı istediğinde bırakır, bazen de neşelendirir, bazen de hüzne batırır, bazen ödülüdür gülmek, bazen de ödülüdür karamsarlık. Aşkın suratı asıktır, o bir somurtkan olarak doğmuştur, bu yüzden fazla gülmemize izin vermez, bu yüzden karanlıktır ve ruh olarak her hale açıktır. Ama genelde aydınlık tarafını pek göstermez. Görünse de bu çok kaçak bir görüntüdür, sinsi ve kurnaz… Tıpkı sabah güneşinden önceki şafak vakti gibi… Şafak vakti onun karakterinin en güzel sembolüdür, zekiliğini ve nasıl bir döneklik içerdiğini çok iyi betimler. Aşkın iklimi kısaca budur; güneşi görmek en büyük lütuftur onun iklimleri içinde.

Peki, bu kadar girift ve karanlık olan aşk kendi içinde bir ilerlemeye sahip midir? Kendi içinde bir diyalektiği ya da bir tılsımı var mıdır? Evet, kesinlikle vardır. Her ne kadar fiziki olarak bir durağanlığı barındırsa da, aşk, kendi içinde büyük bir fenomendir. Bu aşamada aşkın neyle beslendiği sorusunu sormak yerindedir. Tabiî ki ikili ilişkilerde aşkın bir yerden beslenmesi şartı doğrudur. Bu yüzden bu sorunun cevabı iki ruhun karşılaşmasına döner orda kilitlenir kalır. Çünkü aşkın ilerlemesi demek ruhların çatışmasını ve kavgasını öngörmek demektir. Bu yüzden kendi içinde ruhlara hazırladığı en büyük tuzak diyalektiktir. Bu diyalektik, aşkın içerisindeki ruhların alışverişinde ve trafiğinde (ki bu genelde anarşik bir kaostur) büyük rol oynar. Kavga rahatsızlığı getirir ve bu aşkın zindeliğiyle ilintilidir. Aşkın belirsizlik hali de bu sayede ayakta durur, her an her şey bitecekmiş gibi ve her an birbirine tapan ruhların varlığı gibi. Bu bir aldatmacalı kaostur ve kesinlikle garantiye alınan hiçbir şey yoktur. Ayrıca bir deneme sürecidir ki ruhların birbirini denerken sandığı ve yanıldığı şey aslında aşkın onları bir teste tabii tutması sürecini ifade eder.

Aşk bu hengâme de ruhları büyük bir karamsarlığa iter bu karamsarlık en büyük testtir. Çünkü aşk olgunluğunu, tecrübesini, neşeye değil asıl yaratıcı olan karamsarlığa ve acıya borçludur. Bu yüzden kendine has diyalektiği de neşe ve gülmekten değil, acı ve karamsarlıktan güç alır. Neşenin tek düze ve öldürücü etkisini bilen aşk kesinlikle bunun sürekliliğini istemez, yani sürekli ağız dolusu gülmenin aşkın içini boşalttığının ve onun saflığını bozduğunun bilincindedir. Bu bilme ve kendini bazı ruh hallerine teslim etmeme savunusu aşkın kendisini sürekli onaylamasını ve kendi kendine sürekli evet demesini sağlar. Diyalektik bu aşamada otonom bir süreci ifade eder ve bir kimlik belirlemesi yapar. Aşkın karakterini belirleyerek onun nelerle beslendiğini ve zenginliğini ölçer. Bunu ruhlara sormadan kendi kendine yapar. Metafiziği kendi başına örer ve içini doldururken tüm konuşmaların, kavgaların, üzünütülerin, hayallerin, beklentilerin, hüznün, karamsarlığın, neşenin uzun bir listesini elinde hazır tutar. Bunu yapmasının nedeni ruhları seçime hazırlamaktır, ruhların geri dönüşünü ya da gitmesini bir sebebe bağlamaktır. Bu süreç aynı zamanda hem birbirine tapmanın hem de nefret etmenin habercisidir. Birbirine tekrar dönüşün ya da ayrılığın ulunmasıdır. Diyalektik, etkileşimin, farkına varmanın alfabesidir. Örülen boşluğun en büyük yardımcısı ve tabiî ki kurtarıcısı aynı zamanda yok edicisidir. Hem var eden hem de gözünü kırpmadan yok eden bir canavardır.

Bu süreç içerisinde aşkın amacına gelince o ruhları sürekli sınavdan geçirerek onlara birbirlerine tapmanın ne kadar mümkün ve ne kadar uzak olduğunu hissettirmektir. Amaç bunu hak etmektir tüm karanlığa ve tüm karamsarlığa rağmen. İşte bu yüzden zordur aşk. Çetin bir savaştır. Asilliği kendi içine kattıklarından gelir; olgunluğundan, fedakârlığından, zenginliğinden, yaratıcılığından… Aşkın derinliğidir diyalektiği ve gebe oldu şey. Asla ve asla sadece sevginin dillendiği bir mecra değildir; savaşın, hak etmenin, ödün vermenin, çatışmanın yinelendiği bir metafiziği öngörür ki bu metafiziğin en önemli tarafı, aşkı yaşatmayı isteyen ruhlara hem yok olma hem de var olma tarafında kaynaklık etmesidir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar